Değerli Dostum,Arkadaşım, Hemşehrim, Amatördaşım TA5CT Taşkın Ceylan'ın paylaşımıdır
derki okunası bir yazı, söyleşi
"4 eylul-aralık 2010"
http://www.vlsi.itu.edu.tr/ituvlsi/general-information_/itu-vlsi-labs-history/interview-with-lab-members/duran-leblebici-ile-soylesi-uekaeBu sayımızda, öğrencileri ve meslektaşları tarafından “Türkiye’de mikroelektroniğin babası” olarak adlandırılan Prof. Dr. Sayın Duran Leblebici ile keyifli bir sohbet yaptık. İlk cümlelerimizden itibaren anladık bu yakıştırmanın ne kadar doğru olduğunu. Hayatını elektronik alanına adamış Duran Bey. Eşi Yıldız Hanım elektronik alanında emekli öğretim görevlisi. Oğulları Yusuf Bey’e miras kalmış bu sevda. Hatta gelinleri de Anıl Hanım da elektronikçi.
Ortaokulda fizik dersine olan özel ilgisinden, lisedeki amatör radyoculuk merakına, İTÜ’deki yıllarından, TÜBİTAK’taki kariyerine kadar birçok konuya değindik. Bize ülkemizde mikroelektronik alanında yapılan ilk girişimlerden bahsetti, gelecekteki teknolojilere dair ipuçları verdi. Şimdi Duran Bey’e kulak verelim, ne dersiniz?
Öncelikle kişisel olarak merak ettiğim bir soruyla başlayayım. Çorumlusunuz ve soyadınız Leblebici. Aile büyüklerinden leblebi işi ile uğraşan varmıymış?
Bildiğim kadarıyla yok (gülüyoruz). Ailemiz genelde mektepli bir aile. Ama bir Leblebici Hoca varmış, sanırım ondan geliyor.
Elektronik alanına merakınız ne zaman, nasıl başladı?Ortaokuldayken fizik hocamız vardı, Mahmut Hoca. Bu başka Mahmut Hoca (gülüyoruz). Onunla beraber başladı diyebilirim. Lisede Çorum’daydım, Çorum Lisesi’nde. Çok iyi hocalarımız vardı. Bizim merakımız onların da teşvikiyle beraber deneyler yapmaya, laboratuarda bulunmaya başlamıştım.
Sıkı bir radyo amatörüydüm. Fakat bir açıdan da tehlikelidir radyo amatörlüğü. Amatörler genellikle formal öğretimi beğenmezler, amatör olarak hızını alamayıp fakülteyi terk eden bir sürü insan tanıyorum.
Lisedeyim, nasıl öğrendim hatırlamıyorum ama Teknik Üniversite’de (İTÜ) Santur Hoca’yı (Prof. Dr. Mustafa Santur) duymuşum. Onunla çalışmak hayalim.
Ardından Teknik Üniversite’ye gittim. Son sınıftayız. Hocalık yıllarımda beraber çalışmak için iyi öğrencileri gözüme kestirirdim. O zaman da öyleydi, kimlere asistanlık teklifi gelcek diye merakla bekliyorduk. 90 kişi girmiştik bölüme. Zayıf akım kolunda (elektronik bölümü) 12 kişiydik. 4 kişi teklif aldı asistanlık için. Ben de vardım.
Yıldız Hanım’la tanışmanız?Yıldız’la üniversitede tanıştık, beraber okuduk. Sonra da evlendik.
Oğlunuz Yusuf Bey’in de elektronik alanını seçmesinde sizin yönlendirmeleriniz oldu mu?Aslında aleni bir yönlendirmemiz olmadı.
Ailece elektronikçisiniz.
Gelinimiz de elektronikçi (gülüyoruz).
Asistanlığa seçildiniz, sonrasında?Sonrasında İ.T.Ü’de, 1960'ların sonuna doğru mikroelektronikle ilgili ilk dersleri vermeye başladık. 1970'te de rahmetli hocam Prof. Dr. Mustafa Santur’un teşvikiyle üretim teknolojileri konusunda da birşeyler yapma zamanının geldiğine karar verildi. 1971'de İngiltere'de Southampton Üniversitesi'nde bir kursa giderek bu teknoloji ile yüz yüze geldim. Daha sonra 1974'te Hollanda'da Twente Teknik Üniversitesi'nde bir yaz geçirerek MOS transistör ve tümdevre teknolojisinin temellerini laboratuvarda fiilen çalışarak öğrendim.
71'de ve 74'te bir grupla mı gittiniz, tek başına mıydınız?Tek başımaydım. Grup kuracak adam yoktu ki. Laboratuvar kurma çalışmaları 74'te başladı. Burada şunu da ekleyeyim; İTÜ'deki mikroelektronik laboratuvarını kurarken 2 birim halinde düşündük. Biri kalın film tümdevre birimi, diğeri de MOS transistör ve tümdevre birimi. Kalın film teknolojisi o yıllarda bayağı revaçta idi ve mikro teknoloji için sıçrama tahtası olarak düşünülebilecek bir teknolojiydi. Onun için biz kalın film teknolojisiyle başladık. 1974'te ilk kalın film tümdevreleri çok mütevazi şartlar altında gerçekleştirildi. Bizim bu kalın film tümdevrelerini kolayca gerçekleştirebildiğimizin görülmesi üzerine TELETAŞ kendi kalın film tümdevre tesisini kurmaya karar verdi. Bir genç arkadaşı, TELETAŞ'ta çalışmakta olan Selçuk Özbayraktar'ı bizim laboratuvara gönderdi. Selçuk bizde 15- 20 gün kadar çalıştı, teknolojiyi öğrendi. TELETAŞ kalın film tümdevre üretim tesisini lisans, know-how vs. almadan bizdeki birikimden yararlanarak kendisi kurdu ve Avrupa’nın en iyi kalın film tümdevre üretim tesislerinden biri haline geldi kısa zamanda.
Kalın film teknolojisinde Avrupa’nın en iyi üretim yapan laboratuvarlarından biri TELETAŞ'ınkiydi dediniz. Peki o zamanlarda en son teknoloji kalın film teknolojisi miydi?En son teknoloji değil ama revaçta olan, para kazanılan bir teknolojiydi; ancak kalın film teknolojisi kısa zaman sonra öldü. Entegre devre teknolojisindeki gelişmeler kalın film teknolojisini gereksiz hale getirdi.
Şunu merak ettiğimden soruyorum. Biz biliyoruz ki şu an tümdevre teknolojilerinde başı çeken ülkelerden bir iki adım gerideyiz. O zaman aynı seviyedeydik de farkı sonradan mı açtılar? Yoksa o zamanda mı durum öyleydi?Kalın film teknolojisi konusunda gelişmiş ülkelerdeki teknoloji neyse bizdeki de oydu. Üretkenlik bakımından da, teknolojik düzey bakımından da kalite bakımından da aynı düzeydeydik.
At başı gidiyorduk yani.
Fakat o teknoloji öldü. Yarıiletken teknolojisine de endüstriyel düzeyde geçemedik. Şimdi yarıiletken teknolojisine -daldan dala geçiyoruz- geçmek için Türkiye’nin kaçırdığı birtakım fırsatlar vardır. 1960ların sonlarında Siemens Türkiye’de yüksek frekans güç transistörleri imal eden bir fabrika kurmak üzere teşebbüslerde bulundu. O zamanki genel müdürleri Arnold Hornfeld’in -kulakları çınlasın- anlattığına göre işler hemen hemen son aşamasına gelmişken 1972 darbesi sonrasında planlama üst yönetiminin değişmesi bunun Türkiye’de yapılmasına gerek yoktur diye bir kararın ortaya çıkmasına yol açmış ve konu kapanmış. İkinci şey de şudur; 1980’lerde, yine kulakları çınlasın Teletaş Genel Müdürü Fikret Yücel tarafından, dijital telefon santrallerinde kullanılan tümdevrelerin Türkiye’de imal edilebilmesi için bir tesis kurulması konusu gündeme getirildi ve Uğur Çilingiroğlu arkadaşımız bir fizibilite çalışması yaptı.
Bu projenin yatırım finansmanının önemli kısmını o zamanın başbakanı rahmetli Turgut Özal vermeyi vaat etti. Tam oluyor olacak derken seçimler oldu. Siyasi iktidar değişti ve film koptu. O da kaybedilmiş bir fırsattır. Şimdi üniversitedeki laboratuvarın kurulma hikayesine devam edersek;
Şimdi o yıllar Türkiye’de ithalatın son derece zor olduğu yıllar. Herhangi bir şeyi ithal edebilmek için muhakkak Ankara’dan permi almak gerekiyor. Laboratuvarda kullanacağımız teçhizatın bir kısmını Türkiye’de biz kendi imkanlarımızla gerçekleştirdik ama bir kısmını da ithal etmek zorundayız, çünkü özel teçhizat.
Bunların permilerini alabilmek için ben genç bir akademisyen olarak ikinci mevki kuşetli trene atlıyorum, ikide bir Ankara’ya gidiyordum. Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankasında kapı kapı dolaşıp permileri almaya çalışıyordum. Bu gidiş gelişler sırasında işleri aşağı düzeyde yapmanın imkansız olduğunu, yapılacaksa yukarıdan halletmek gerektiğini öğrendim. Kısa zaman içerisinde gerek -kulakları çınlasın- Merkez Bankasının o zamanki başkanı Cafer Tayyar Sadıklar, gerek o zamanki Maliye Bakanlığı Müsteşarı Biltekin bey ile gide gele adeta dost olduk. Merkez Bankası Başkanı doçentti. Ben de o zaman demek ki doçent olmuşum ki meslekdaş diye bakardı bana. Bu laboratuvarın kurulması için bizim ithal ettiğimiz cihazların tümünün toplam bedeli 90.000 dolardan ibarettir. Yani olağanüstü ucuza çıkarılmış bir laboratuvardır. Türkiye’de yapılabilecek her şey, bazı cihazlar dahil, kendi imkanlarımızla Kürsü’nün teknisyenlerinin ve asistanlarının el emeği ile gerçekleşmiştir. O kültür aslında YİTAL’in kurulmasında da çok etkili olmuştur. YİTAL’de de bir çok şey kendi imkanlarımızla gerçekleştirilmiştir. Şimdi bu YİTAL ile ilgili olarak size bir şeyden bahsetmek istiyorum; Elektrik Mühendisleri Odası 2006 yılında elektronik sanayinin Türkiye’de kuruluşu ve gelişmesi ile ilgili olarak bir dizi sohbetler düzenlemişti. Her seferinde 3- 5 kişi bir araya geliyordu. Herkes hatıratını anlatıyordu. Bütün bunlar EMO tarafından iki cilt halinde yayınlandı. Bu kapsamda MAM’ın o dönemki başkanlarından biri olan Ömer Kaymakçalan’dan da görüş istemişler. Ömer Bey –kulakları çınlasın- konu ile ilgili görüşlerini yazı olarak göndermiş. YİTAL'le ilgili olarak şöyle diyor: “İşi bilenlerin değerlendirmesiyle oldukça ucuza kurulmuş başarılı bir birimdi. Ancak ben geldiğimde işletilmesi için gerekli işletme sermayesi yoktu. Dışarıdan proje de alınamıyordu ve elemanlarının büyük bir kısmı da ayrılmıştı. Ankara’daki üniversite çevrelerinde ve TÜBİTAK Başkanlığı'nda YİTAL’in eski teknoloji olduğu, işe yaramadığı ve mali yük olduğu söyleniyor, kapatılmasını teklif edenler bulunuyordu. O zamanki Tübitak başkanı Kemal Gürüz bile bana YİTAL’i kapatmaktan bahsetmişti.”
Şimdi burada Ankara diyorum ya; Ankara tuhaftır. Bu hükmü vermiş olanların herhangi birinin gelip de YİTAL’i gördüğünü hatırlamıyorum. Yani YİTAL nasıldır, ne yapılıyor.
Sonra devam ediyor ve diyor ki;
“Duran Bey ve Fikret Bey (Fikret Yücel) Önder'i önermeseler (Önder Yetiş’i kastediyor) ve Önder’in çabaları olmasa bugün belki YİTAL kapanacak ve ortada UEKAE de olmayacaktı.”
Bu da o yıllarda sorumluluk almış bir yöneticinin yıllar sonra yaptığı bir değerlendirme.
Direkten dönmüş açıkçası YİTAL. Çok net ve çarpıcı olarak açıklamış.
İTÜ'de 1970'lerin başında çok ekonomik olarak bir laboratuvar kurduk ve bu laboratuvarda MOS transistörleri başarıyla gerçekleştirmeye başladık. Burdaki başarı zaten bu alana girmeye niyetlenmiş olan Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Elektronik Bölümü'nden bir teklif gelmesine yol açtı. Lütfullah Ulukan ve rahmetli Yılmaz Tokad benden kurmayı planladıkları yarıiletken teknolojisi laboratuvarı için yardımcı olmamı istediler. 1980 yılı başında MAM'a bu projenin yürütücüsü olarak gittim. Danışman olarak haftada 2 gün devam ediyordum. YİTAL’in planlamasında bir başka yön daha vardı. O da Ankara'da kurulmakta olan TESTAŞ transistör ve entegre fabrikasının Ar-Ge birimi olarak planlanmıştı.
TESTAŞ özel teşebbüs mü, devlet kurumu muydu?Devlet kurumu. Bu kuruluşun Amerika’daki Exar firmasından aldığı know-how bu bağlantı üzerinden bize de verildi. Ve bunun yanısıra İslam Kalkınma Bankası'ndan 1.500.000 dolarlık bir kredi kullanma imkanı ortaya çıktı.
TESTAŞ Amerika'dan "know-how"ı nasıl elde etmiş? Türk mühendislerini mi göndermişler?Amerika'da çeşitli firmalarla görüşerek bir know-how anlaşması yapmak istemişler ve sonunda Exar firmasıyla mutabık kalmışlar. O tarihte Exar'in başında bir Türk vardı; Alan Bekir Grebene. Firmanın kurucularından biri aynı zamanda. Meblağı hatırlamıyorum ama lisans, bayağı iyi bir paraya TESTAŞ tarafından alınmış. O tarihte geçerli olan teknoloji bipolar teknolojisiydi, henüz MOS teknolojisi yaygınlaşmamıştı. Ve TESTAŞ'ın Ankara'daki fabrikasının amacı da öncelikli olarak Türkiye elektronik sanayiinde kullanılan transistör ve entegre devrelerin Türkiye'de yapılmasıydı. YİTAL’in kuruluş çalışmaları 3 sene içerisinde tamamlandı ve 1983 yılının Nisan ayında ilk deneme üretimini başarıyla tamamladık. Bu dönemde halen Yeditepe Üniversitesi'nde olan Prof. Dr. Uğur Çilingiroğlu mikroelektronik alanında yurtdışında doktorasını yapmış genç bir doçentti. Bu ilk aşamada Uğur Çilingiroğlu'yla beraber çalıştık. Daha sonra Uğur ayrıldı, yurtdışına gitti. Bir süre sonra YİTAL'deki ekibe Prof. Dr. Atilla Ataman dahil oldu. Yakın zamana kadar Atilla'yla beraber devam ettirdik.
YİTAL'in kuruluşunda kaç kişiydiniz?YİTAL'in kuruluşunda danışman olarak ben ve Uğur'dan başka 3 tane yeni mezun öğrencimiz vardı, bu kadardık. Bir de bizim kürsünün maharetli bir teknisyeni vardı, Allah rahmet eylesin, Hamdullah Örentel. Hamdullah laboratuvarın altyapısının kurulmasında, boruların döşenmesinde, aletlerin monte edilmesinde falan olağanüstü bir performans göstermiştir. Çok emekleri, katkıları vardır. 1983'te dediğim gibi biz üzerimize düşeni yaptık. TESTAŞ o zamana kadar yetişmiş olsaydı bizden birşeyler isteyecekti, biz de onlara destek verecektik. Fakat TESTAŞ bir türlü ayağa kalkamadı ve dolayısıyla kurulan laboratuvar amaçsız bir duruma düştü. O kurulan altyapıyı ve kadroyu değerlendirmek amacıyla bazı girişimlerimiz oldu. Bunlardan en önemlisi şudur. ASELSAN telsizler üretiyordu o yıllarda. Bu telsizlerde de bayağı pahalı yüksek frekans güç transistörleri kullanılıyordu. ASELSAN'la temas kurduk.
Bu transistörler yurtdışından alınıyor değil mi?Gayet tabi. En çok kullanılan güç transistörlerinden birkaç örnek istedik. Onları inceledik, üzerinde çalıştık ve güç transistörlerini yapmaya karar verdik. Deneme üretimleri yaptık, denemeleri için ve başarılı olduğu takdirde üretimleri YİTAL'de yapılsın diye yaptığımız örnek üretimlerini ASELSAN'a gönderdik. Yalnız bu diyalog sağlıklı gelişmedi. Burada şöyle birşey vardır. Bizde genellikle bu tür yüksek teknoloji ürünlerinin Türkiye'de iyi bir şekilde yapılacağına pek ihtimal verilmez. Şöyle söyliyeyim, zamanın ASELSAN genel müdür yardımcısıyla diyalog kurarak bu işi başlatmıştık. Ama o ekip bizim kadar heyecanla seferber olmadı. Biz bir örnek yapıyoruz, gönderiyoruz; "Yahu şunu bir ölçeyim, deneyeyim" denmedi, kısacası film koptu.
Belki bu transistörleri sizden tedarik etselerdi herşey çok daha farklı olabilirdi.
Olabilirdi. İlk yapılan transistörler gayet güzel çalışıyordu. Bu arada YİTAL sürekli para harcıyor. Laboratuvarın ayakta kalması için devamlı azot kullanması lazım, oksijen kullanması lazım, elektrik harcanıyor. "Kapatsak mı?" düşünceleri ortaya çıkmış. Bir taraftan da biz bu birikim, altyapı boşa gitmesin diye yeni arayışlara girdik. Yeni ve hızlı bir gelişme içine giren MOS tümdevre ve transistör teknolojisini kazanmak üzere bir faaliyet başlattık. Bu faaliyeti desteklemek için de o zaman NATO'nun Science for Stability (SfS) programı vardı. Bu programa maddi destek almak için başvurduk. Bu desteğin kazanılmasında o zamanki Marmara Araştırma Merkezi başkanı Prof. Dr. Nejat İnce'in bir olumlu bir de olumsuz katkısı olmuştur. Olumlu katkısı şudur; NATO SfS programı NATO'nun fukara üyelerine bize, Yunanistan ve Portekiz'e proje destekleri veriyordu. Fakat bu verdikleri proje destekleri genellikle yerel sorunların çözülmesine yönelik desteklerdi. İleri teknoloji desteği verme gibi bir adetleri yoktu. Nejat Bey'in katkısı NATO'da gerektiğinde bağırarak-çağırarak Türkiye'ye ileri teknoloji alanında bir proje verilmesini sağlamak olmuştur. Bu çok önemli bir başlangıç katkısıdır. Olumsuz katkısı ise şudur; bu proje NATO'da olumlu olarak değerlendirildiği sırada Nejat Bey MAM'dan ayrılıp ODTÜ'ye gitme kararı aldı veyahut öyle bir durum ortaya çıktı. Bunun üzerine o projenin bütçesinin yarısını Ankara'ya aktardı. Başlangıçta gerek MOS tümdevre tasarımı gerekse üretimi YİTAL bünyesinde planlanmışken tasarım Ankara'da ODTÜ'de, üretim Gebze'de olacak şekilde ikiye bölündü.
Coğrafi uzaklığın yanı sıra biri MAM biri ODTÜ olmak üzere kurum ayrılığı da ortaya çıktı. İşinizi oldukça zorlaştırmış olmalı.
Evet. Neticede her birim işi kendi içinde götürdü. Şunu söyleyeyim; bizim o projeden Türkiye'ye kazandırdığımız YİTAL oldu. Fakat projenin diğer yarısının harcandığı ODTÜ'de sürekliliği olan başarılı bir tasarım merkezi oluşmadı.
ODTÜ'deki filizlenmenin devam etmemesi acaba ekonomik sorunlardan mı yoksa kalifiye işgücü yetersizliğinden mi kaynaklandı?Onu bilmiyorum. Kadro yetersizliğinden de olabilir. YİTAL için alınan “Silicon LSI/VLSI Circuits Fabrication Technologies” adlı projenin başlangıç tarihi 1988'dir. Alınan destek 600.000 dolardır. Bu kaynaktan yararlanılarak YİTAL'in bipolar teknoloji için kurulmuş olan altyapısının MOS transistor ve tümdevreleri de gerçekleştirecek şekilde geliştirilmesi sağlandı. Burada birşeyi söylemem lazım. İlk teknoloji, bipolar teknoloji Exar’dan alınan know-how'ın kullanılmasıyla gerçekleştirilmişti. Ama NATO'dan aldığımız destekle MOS teknolojisinin geliştirilmesi sırasında herhangi bir know-how yahut lisans almadık. Teknolojiyi açık literatürdeki bilgiden yararlanarak kendimiz geliştirdik. Bu başarılı bir projeydi. Zannediyorum NATO'nun başlangıçta gönülsüz verdiği bir proje olmasına rağmen böyle başarıyla sonuçlanması olumlu bir takım etkiler oluşturdu ve NATO'nun aynı konuda arka arkaya iki proje vermek gibi bir adeti olmadığı halde bize bu projenin devamı için ikinci bir proje verdiler 1994'te. Ve bu projeden yararlanarak da başlangıçta 3 mikron teknolojisi için geliştirilen teknolojiyi ve altyapıyı bir kademe aşağıya, 1,5 mikrona çekmek için destek aldık. Yalnız NATO bu desteği verirken bir de koşul ileri sürdü. "Biz 600.000 dolar vereceğiz, en az bunun yarısı kadar da Türk sanayii katkı yapsın." Bunu sağladık. O tarihte TELETAŞ, NETAŞ, BEKO ve Siemens toplam 400.000 dolar civarında bir katkıyı sağladılar.
Bunu hibe olarak mı verdiler?Evet, hibe olarak. Bu Türkiye'nin teknolojik geleceğine yapılan bir yatırımdır. Bunun öncülüğünü yapan o zamanki TELETAŞ'ın genel müdürü Fikret Yücel'in, Siemens'ten Arnold Hornfeld’in Netaş'tan Tanju Argun'un, Beko'dan Muvaffak Gözaydın'ın cömert ve ileri görüşlü katkılarını şükranla anmak gerekir. O sıralar TÜBİTAK'ın bütçesi de biraz daha rahatlamıştı. Neticede 1998'de 1,5 mikron teknolojisiyle tümdevreler yapılmaya başlandı.
Peki bunlar sahaya nasıl indi?Evet, asıl soru "Ne yapacağız?". İşte orada kripto olayı gündeme geldi. Kripto biliyorsunuz en başından en sonuna kadar herşeyiyle size ait olması gereken bir teknoloji alanı. Yani kripto algoritmasını Türkiye'de geliştirip, devrelerinin tasarımını Türkiye'de yapıp ondan sonra bunu yurtdışında imal ettirmeye gönderdiğinizde o kriptonun kriptoluğu kalmaz. Sıfırdan sonuna kadar burada yapılması gerekir.
Devamı alttaki mesajda .......